Kişisel Gelişim Makaleleri

Neredeyse on ay önce bir dostumu kaybettim. Hani ne zaman başınız sıkışsa yanınızda olacağını bildiğiniz insanlar vardır ya, onlardan biriydi O. Sözleşmiştik, rakı içecek, dertleşecektik. On ay önce bir gece vakti, o bedende yaşadığı anlarını bitirdi. Bir gün sonra haberi geldiğinde, bir organımı kaybettim ve hiçbir zaman tamamlanamayacağım diye düşündüm. Kalbimde bir kara delik oluştu, duygularım, düşüncelerim ne zaman ona doğru yaklaşsa etrafında ne varsa yuttu durdu. Dilim sustu, düşüncelerim sustu, aklım sustu.
“Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeyin sevdiği, değer verdiği birini bu yaşamda bir daha asla göremeyeceğini bilmek olduğunu anladım.”
“Yanılmışım!”

Son zamanlarda herkes facebook, twitter, instagram, linkedin vb. networking araçlarında yaşar oldu. Network’ümüz yaptığımız işi, dostluklarımızı, dolayısıyla hayatımızı derinden etkiler halde ise bunu neden eskisi gibi yüz yüze yapamıyoruz? Hadi gelin network’ü nasıl sağlıklı hale getirebileceğimize göz atalım. Halkla ilişkiler uzmanı Dilek Cesur şu maddeleri sıralamış.
1- Sosyal sermayeniz var mı? Hangi alandaki kişileri tanımak size bir şeyler kazandırır. Mevcut tanıdığınız kişilerle özel veya iş hayatında hangi kapıları açabilirsiniz. Tüm bunlar için bir aksiyon planı oluşturun.
2- Hedef kitlenize ulaşın: Hedeflediğiniz kişilerle bir araya gelebileceğiniz platformlarda olun. Dernek, sivil toplum örgütleri, mesleki örgütlerinin içinde olmak, kendi işiniz ve ilgi alanlarınızla ilgili seminer ve toplantılara katılmak bu iş için idealdir.

Bilinç evrimi çağındayız. Her şey çok hızlı gelişip değişiyor. Bu çağda ayakta kalmak ve akan zamana uyum sağlayabilmek için bizlerde sürekli bir evrim geçirmek zorundayız. Bunun içinde, uzun süredir tüm dünya da çeşitli isimlerle anılan yüzlerce eğitimden diğerine koşturup duruyoruz. Peki, bu eğitimleri veren eğitmenlerde nelere dikkat etmeliyiz ve bize en çok katkı sağlayacak olan eğitmeni nasıl seçmeliyiz?
1- Sizin yaşamınızı, tercihlerinizi yönlendirmeye çalışan eğitmenlere karşı dikkatli olun. Dürüst bir eğitmen size yalnızca farklı fikirler öne sürer. Einstein “Sorunu yaratan zihin, çözümü üretemez” diyor ya hani. Zaten “sorununuza farklı açıdan bakabilirseniz bir danışmana ihtiyaç duymazsınız.” İhtiyacınız olan şey yargılanmak, eleştirilmek veya suçlanmak değil. Bunu etrafınızdaki insanlar yeterince yapıyor.

Günümüzde ultrasonun yaygın kullanıma girmesi ile hamilelikler 5-6 hafta gibi son derece erken sayılabilecek bir dönemde saptanabilmekte. Ultrasonun bu yaygın kullanımı çok ilgi çekici bir durumun varlığının farkına varılmasına da aracı olmuştur. Hamileliklerin bir kısmı çok erken dönemde birden fazla bebek içerecek şekilde yani en az ikiz olarak başlamakta, ancak daha sonraki kontrollerde bu bebeklerden, […]

Her kadın bir Tanrıça’dır aslında. Tanrıçadır da ruhunun derinliklerinde hangisinin izlerini taşıyordur? Bu yazı dizisinde ayrı ayrı Tanrıça arketiplerinin kadınların kişiliklerine nasıl yansıdığını anlatmaya çalışacağım. İlk olarak babası Zeus’tan armağan olarak ‘Işık getirme görevi‘ ni isteyen, ismi ‘bakana gerçeği yansıtan su‘ anlamına gelen Artemis’le başlamak istedim. Artemis kadını, ruhunun derinliklerinde yabani hayatın, vahşi doğanın tanrıçası olduğunu bilen, ancak orada gerçek anlamda huzur bulduğundan sık sık şehir yaşamından kaçarak trekking, scuba vb doğa sporlarına vakit ayıran kadındır. O şehir yaşamında kendini asla evinde hissetmez.

Eril ve dişil yanlarımız birçok konuda ayrı kutuplarda olan, ama aynı zamanda ayrılmaz parçalarımız.
Teorik olarak mantıklı, akıllı, gerçekçi davranan yanımız eril, duygularıyla hareket eden, tutkulu, sezgisel, bazen kaprisli ve alıngan yanımız ise dişil.
Peki, pratikte gerçekten böylemi? Hadi ikili ilişkilerimize bakalım?
Mesela o mantıklı, akılcı, gerçekçi erkek;
– Ondan birkaç güzel kelime duymak isteyen kadın karşısında,
– Trafikte basit bir hata yapan diğer şoför karşısında,

Erkek egemen bir dünyada yaşıyoruz. Kadınlar yaratıcılıkta, sezgisellikte, taktik geliştirme ve uygulamada vb. bir sürü özellikte bizden çok üstün olmalarına karşın masumiyetlerini korumakta zorlanıyorlar. Çünkü gerçek anlamda mutlu olabilmek için içlerindeki ?Çirkin?i uyandırmaları gerekiyor. Sevgili Hans Stan Dam?ın söylediği gibi ?Azıcık kötülük kadına seksapel katar?.
Jung bazı mitlerin kolektif bilinçdışımızın en derin köşelerine kaydedildiğini söylüyor. Mesela cinselliği yeni uyanan bakire genç kız arketipi. ?Güzel ve Çirkin? masalındaki ?Güzel? karakteridir o.

En büyük yalnızlık insanın kalabalık içinde hissettiği yalnızlıktır ve kalabalık ne kadar artarsa o kadar şiddetlenir yalnızlığı insanın. Sanki bedeni bile terk etmeye başlar insanı. Önce sesi gider, kısılır kalır, ardından sıcaklık basar her yanı, teninin rengi değişir, sanki havadaki oksijen bile çekilir gider. Elleri terk eder sonra insanı, sanki ruhu çekilir insanın, o bile gider. En büyük yalnızlık insanın sevdiklerinin yanında hissettiğidir. Ben kalabalık bir ailede büyüdüm ve yıllarca babamın yanında yalnız hissettim kendimi. Terk edilmiş hissettim.
?Beni sevmediğin zamanlarda, Alıştım susmaya
Hiç ağlamadım, ağlamadım, Alıştım susmaya,
Çok zor bazen nefes alabilmek?
diyor Emre Aydın bir şarkısında ve bir başkasında,
?Gülüşlerim vardı benim ? Ben kimim, ben neredeyim ?
Tam karşıya geçerken bıraktığın o el benim?
diyor. İşte tamda bu duyguydu hissettiğim, tamda caddenin ortasında sanki bırakmıştı elimi, yapayalnız kalmıştım. Hiç kimse veya hiç bir şey dolduramamıştı içimdeki boşluğu. Kalbimde bir enfarkt alan oluşmuştu, hissetmiyordu artık. Sanki tek taraflı fesih etmişti aramızdaki anlaşmayı babam.

?Ruhum bana fısıldadı? diyor Halil Cibran bir şiirinde. ?Ruhum bana fısıldadı ve güçlü ve zayıf olarak ikiye ayırdığım insanların aslında benim gibi olduğunu söyledi. Acıdığım veya imrendiğim insanların, takip ettiğim veya meydan okuduğum insanlardan aslında hiçbir farkım olmadığını söyledi.?
Her yaptığım çalışmada, neredeyse her yaptığım seansta bende aynı şeyi fark ediyor ve irkiliyorum. Terapist neyse danışanı O?dur derler, ne kadar doğruymuş. Ben hangi konuda kendimi geliştirip, o konuda daha iyi sonuçlar almaya başlasam, tamda o konuda daha fazla iyileşme ihtiyacı duyanlar gelmeye başlıyor. Bu elbette tesadüf değil, gerçekte çekim yasası.
?Biliyorum benim özüm, onların özü. Benim vicdanım, onların vicdanı. Benim içimde parlayan ışık, onlar sayesinde yanıyor. Benim yolculuğum, onların yolculuğu aynı zamanda. Onlar yükseldiğinde, bende yükseliyorum. Onlar ışıldadığında bende şarj oluyorum.?
Ruhum bana fısıldadı ve dedi ki ?Işığı taşıyan olsan bile, sen ışığın kendisi değilsin.? Danışanlarım benliklerini bana açtıkça, hiçbir sırrın kalmadığını fark ediyorum kendi yüreğimde de. Onların ruhsal yolculuğunda mesafe aldıkça kendime yaklaşıyorum ve kendime yaklaştıkça onların ruhlarını daha iyi anlıyorum.

Sevgili dostlar uzun bir dönem sonra nihayet tekrar yazmaya vakit ayırabildim. Arayı bu kadar açtığım için sabırsızlananlar ve sitem edenler var. Ne olur kusura bakmayın. Biliyorsunuz bu kış benim için oldukça yoğun geçti. Dolayısıyla biraz dinlenmek ve bu sırada kendimi de dinlemek istedim. Bugün sizinle oldukça merakla okuyacağınız bir konuyu paylaşacağım.
?Ölümün ötesinde neler oluyor??
Uzun bir süredir çeşitli terapi çalışmaları yapıyorum. Bu çalışmalarım son zamanlarda çoğunlukla geçmiş yaşam regresyon terapisi alanında yoğunlaşmaya başlamıştı. Bir geçmiş yaşam regresyon çalışması seansında üç önemli aşama var. Bunlar; keşif, çözümleme ve tamamlama aşamaları. Bana gelen birçok danışan aslında keşif bölümünü merak ederek geliyor.
?Acaba geçmiş yaşamlarımda kimdim??,
?Nasıl bir hayatım vardı??,
?Bir ruh eşim var mıydı ve onu tekrar görebilecek miyim??
ve elbette?
?Nasıl öldüm? Ölürken yalnız mıydım? ? vs.
Birçok geçmiş yaşamımı keşfetmek için çokça çalışma almış biri olarak, ben de aynı soruları bolca sormuştum. Keşif bölümü elbette ilginç olmasının ötesinde tüm çalışmayı yönlendiren yapısıyla oldukça önemli bir aşama. Ancak ben bugün sizinle bu keşfin sonunda danışanların o geçmiş yaşamlarında öldükten sonra, ruhları bedenlerinden ayrıldığı andan itibaren verdiği bilgileri ve deneyimleri paylaşmak istiyorum.
Düzenli terapi çalışmaları yapan bir çok terapist bile ölümden sonraki bu bölümü çok uzatmak istemiyor, hatta belki de bir çok danışan gibi bu bölümden biraz korkuyor.